17 Şubat 2017

İstiklal Caddesi'nden Numune Aciline...

'İstanbul' demek, Adanalıların kendi şehirlerinde dokuz dereceyi görünce "Bugün evden çıkılmaz, hava buz gibi!" demesine rağmen İstanbul'da dokuz dereceyi görünce "Ayy, bahar gelmiş resmen, Adalara mı gitsek?" demeleri, coşmaları, kendilerinden geçmeleri demek. 
Adana'dan İstanbul'a döneli bir hafta oldu. Uçağa giderken "Canım memleketim, keşke hep yanında kalsam. Havası güzel, insanı güzel, hey maşallah!" desem de, içimde nasıl bir kahpe varsa artık, İstanbul'a gelir gelmez gezmelere doyamadım! Meğer ne kadar özlemişim. Yalnız tek bir sorunum var, hiç param yok. Baya baya yok, üç hafta boyunca harcamam gereken parayı harcarken hiiiç bitmeyecek gibi geliyordu. Ya bir de sanırım Adana'da midem büyüdü bir şeyler oldu organıma, doymuyorum arkadaş! Geçen gün, kahvaltıdan sonra sadece üç öğün öğle yemeği yedim. Akşam löp löp götürdüğüm şöbiyet tatlılarını saymak bile istemiyorum. Yaşamak için yemiyormuşum onu anladım. Üç öğünlük öğle yemeği maratonumda ikinciyi yerken kendimi gördüm. Nefes almıyorum, o sosları sanat eseri gibi yan yana dizmişim, her lokmamda gözlerimi kapatıp bi yükseliyorum, arada ağzımdan "Mmmmm, offf" gibi cinselliği çağrıştıran sesler çıkıyor, ortamda konuşulanı hiçbir şekilde dinlemiyorum zaten. Nasıl bi adam oldum çıktım yahu. 
Bugün, arkadaşımın doğum günü için okul çıkışı bir şeyler yapalım dedik. Bu arada, her gün kendime "Bugün dışarı çıkmayacaksın, paran bitince köpek gibi sürüneceksin geri zekalı!" desem de hiçbir şekilde takmıyorum... Neyse, İstiklal'e gidiyoruz, ben vapur diye tutturdum. Hep beraber bindik, hava o kadar güzel ki. İstanbul'un en güzel yanı kesinlikle vapura binmek. Anacım, bi akbil basıyorum, yemin ederim yirmi gün Tayland'da masaj yaptırmış da dönmüş gibi oluyorum, nasıl huzur doluyorum anlatamam. 
Karaköy iskelesine vardık. Bi anda kokusu mu geldi anlamadım, benim canım bir balık ekmek istedi, Allah Allaaah! Aşeriyorum resmen, gastrin hormonum zirvesini yaptı diyebilirim. Bir yer bulduk hemen iskelenin yanında, oturduk. Yazarken içimden "Oha allahın ayısısı Tolga!" diyorum ama, ben önce balık ekmek söyledim. Oturdum onu bir güzel yedim. Kürdanla dişlerimi temizlerken benimle aynı yemeği yiyen gariban arkadaşlarım daha yarısına gelememişlerdi... Sonra baktım, "Lan benim neyim eksik, ben de şu an bir şeyler yemeliyim!" diyerek bu sefer de tavuk dürüm söyledim, "Mmmm, offf" sesleri çıkararak onu da yedim. En son karşımda oturan çocuk benimle röportaj yapmaya çalışıyordu, "Adana'da herkes mi böyle?" diye. Ben de o anda içimden "Offf beee, keşke soğan ekletseydim içine." diye içime içime ağlıyordum. 
Beyoğlu, İstiklal derken başladık yürümeye. Sanat galerilerine girdik, kiliselere baktık. Bu arada, hayatımda camiye bir kere gittim, onda da ilkokul dördüncü sınıftaydım, okul gezisiydi, "Ovvv yess beybee, halılar filan harika ortam yav." diyerek zincirli kot pantolonumla yan taklalar atıyorduk sınıfın erkekleri olarak, dua etmeyi unutmuştuk hepimiz. Kiliseye bir girdik, içime bir din aşkı girdi. Gittim kendime mum aldım hemen, tek mum alıp iki dilek diledim "Bismillahirrahmanirrahimmm" diyerek... Ya alışkanlık olmuş ne yapsaydım? Fotoğraf çekmek yasakmış, ben utanmadan başladım snap için video çekmeye. O anda tak tak müzikler filan kesildi, arkadan bi ses, "Video çekmek yasaktır!" diye haykırdı, altıma sıçtım korkudan. 
Gerçekten o kadar güzel gezdim, o kadar mükemmel yerlere girdim ki... Cezayir Sokağı diye bir sokak varmış mesela, mimarisine bayıldım. Karaköy'de mekanların olduğu kısıma gitmemiştim, çok sevdim. İstiklal Caddesi için içimden hep "Adana'da da yan yana bir sürü mağazanın olduğu bir cadde var, senin farkın ne?" diyordum, tüm söylediklerimi yuttum. Sen neymişsin be İstiklal! Kızılderelisiyle, sokak sanatçılarıyla, duvar resimleriyle, yandan geçen delisiyle, telefonda bağıra bağıra konuşan adamıyla, hem turisti hem yerlisiyle; sen gerçekten bambaşka bir şeymişsin! 
En son ayaklarım sızlamayı bırakıp dile gelmişti ki, dönmeye karar verdik. İşte ne olduysa, dönüş vapurunun sonunda oldu! 
Ben, doğum günü olan arkadaşım ve Sena kaldık. Vapur Kadıköy'e yanaştı, insanlar inmeye başladı. Ben dalmışım, kafamı bir çevirdim ikisi de ortada yok. Ayağa kalktım, arkadaşımı merdivenden inerken gördüm, pıt pıt pıt yanına gittim. Üst kattan aşağı iniyoruz ama merdivenlerin eni hiç abartmıyorum, en fazla on beş santim! Ayağım kırk yedi numara, sadece topuk kısmım sığıyor, tutuna tutuna iniyorum düşmemek için. İçimden de yapan adama küfrediyorum, herkes arkadan beni ittiriyor çünkü "Hadi artıkkk!" diyerek. 
Sağ salim indik arkadaşımla, tam vapurdan çıkacağız, Sena'yı göremedim. "Sena nerde Merv..." demeye kalmadan, arkadan bir çığlık! "AYYYY, OYYY, AHHHHH, ÖLÜYORUM SANIRIMMM!" Seslerden sonra, sahibi göründü. Ayak ucundan karnına kadar tozlar içinde, gözlüğü yamulmuş, gözyaşları akan, bir elini kıpırdatamayan Sena, bize bakıyor... 
Hemen koştuk yanına, dördüncü basamakta kaymış, pat pat pat düşmeye başlamış, kolunun üstüne gelmiş bedeni. Öyle böyle ağlamıyor, ortalık ayağa kalktı! Vapurda bir sürü kişi ambulansı arayalım diyor, çok büyük bir kaza da değil gibi diye meşgul etmek istemiyoruz. Ama Sena öyle bir ağlıyor ki, hemen en yakın hastanenin yolunu tuttuk, adı Numune imiş. 
Bu arada, İstanbul'da taksiciler gerçekten sinir bozuyor. Kız kolunu kıpırdatamıyor, ağlıyor yanımızda hüngür hüngür, adam, yol on lira tutacak da az kazanacak diye bizi almıyor! Bacağım kopsa yine götürmezler kısa mesafeyi, bugün anladım diyebilirim.
Hastaneye ulaştık, geri zekalı adam bizi yanlış yerde indirdi. Hiç abartmıyorum, tam kırk dakika, hastanenin bahçesinde otuz kişiye acilin yerini sorduk. Bir insan evladı mı doğru bilmez, bir insan evladı mı çalıştığı yeri öğrenmez, tarif edemez! Hepimizin sinirleri bozuldu, böyle durumlarda da en sakin durmaya çalışan insan maalesef ben oluyorum. Ben de bilmiyorum ama bu konularda yukarıdaki bana bi soğukkanlılık vermiş, yok böyle bir şey! Küçükken havuç keserken parmağımın ucunu koparmıştım, ortalık kan gölü, annem ağlıyor, babam hastaneye ulaşacak araç arıyor koşarak, bense o kesemediğim havucu hatır hutur yiyordum televizyon izleyerek. Yine öyle oldu. Arkadaşım saçını başını yolmaya başladı. Sena'nın meğersem hastane fobisi varmış, hastalık hastaymış aynı zamanda. Yani grip olsa, "Yarın gece öleceğimmm!" diyerek ağlayan ve senin de sinirini bozan tiplerdenmiş. 
Bi arkadaş grubu gördüm, koşa koşa gittim yanlarına, acilin yerini sormak için. Sena arkadan bir geldi, "Hastaneleri sikimmmm, doktorları sikimmm, sistemi sikimmm!" diye bir bağırmaya başladı kızlara, garibanlarım benim neye uğradıklarını şaşırdılar. O an içimden "Normal bir arkadaşım neden yok?" demek geldi yine... 
En sonunda acili bulduk, gittik röntgen çektirdik hemen. Bizimkinin omuzu çıkmış. Acilde de genç bir doktor var, belli yeni mezun olmuş. Sanki "Evettt, yumurtaya un ekliyoruz ve karıştırıyoruzz." der gibi, "Bi şeyi yok yaaa, omuzu çıkmış sadece, takarız şimdi iki dakkaya." dedi. 
İki doktor ve Sena geçtiler içeri. İçeriden gelen sesleri yazmak bile istemiyorum! En son, alçı odasının kapısının önü insan kaynıyordu, Sena'nın çığlıklarını duyan geldi... Herkese de açıklama yapıyorum, "Bi sorun yok, evet evet gayet iyi." diye. Allahın manyağı, içeride "BU GÜN HAYATIMIN EN KÖTÜ GÜNÜÜÜ, ÖLÜYORUMMMM ALLAHIMM, NOLUR GENEL ANESTEZİ YAPIN AYYY!" diye öyle bir haykırıyor ki, sanırsın içeride bunun kolunu bacağını kesiyorlar. 
Doktor çıktı dışarı, "Yerine taktık omuzunu ama... şey, arkadaşınızın psikolojik sorunları olabilir mi?" dedi... Bir bilse, ah bir bilse benim sorunu olmayan arkadaşımın olmadığını. 
Anlayacağın, efsane bir gün geçirdim. Yine beş parasızım, Sena'dan borç aldım iki lira nakit param olsun diye. Birkaç gün gezmeye niyetim yok. Gezmek istersem de Taksim pavyonlarında çalışmam gerekiyor sanırım önce. 

NOT 1: Efsane şeyler oldu. Annem Ağustos'ta İstanbul'a, yanıma taşınıyor. Birtakım ev partisi planlarım artık bitse de, mutluyum. 
NOT 2: Normalde, anlatacağım bir şeyler daha vardı. Ama sınıfta blog muhabbeti döndü, ben de "Var." diyince herkese göstermemi istediler. Yazabilirim ama belki sonra.
NOT 3: Söz veriyorum, daha sık yazacağım. Bu da, bu aralar beni mutlu eden bir şarkı. Hadi kocaman öptüm. 


2 yorum:

  1. Sen ilk senende heyecanla keşfediyorsun ya istanbulun en güzel yerlerini, ben ise son senemde ayrılacağımı bilmenin hüznüyle vedalaşıyorum o yerlerle... Belki bir gün bi yerlerde karşılaşırız :)

    YanıtlaSil
  2. Blogun adını hemuzunsaclihemkel olarak değiştirir misin?

    YanıtlaSil